Küçük Sıkıntılar dert değil, mutluluk olmalı.
Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
…
Böyle bir başlık attım ama, ah keşke yapabilsek demeyi de ihmal etmedim. Yapı olarak bende ufak tefek şeyleri kafama çok takarım. İnanın kafama takılı bir konu varsa hayatımdan bir günü ziyan etmiş olurum. Tek iyi yanım aylarca, yıllarca devam ettirmem. Ertesi gün ara sıra aklıma gelir ama artık orada takılı değilimdir. İnsanız elbette hangimiz tam anlamıyla mükemmeliz ki?
Bazen sosyal medya hesaplarında mutlu, full şahane yaşamını paylaşan insanları görüyorum. Çoğunda hayatlar başka, hayaller başka. Neredeyse jetimi getirin bakkala gideceğim diyesim geliyor.
İstisnalar hariç tabi ki…
Neyse, kim bilir belki onlarda kendilerini öyle mutlu hissediyorlar yaşamak istedikleri hayatların özlemiyle muhtemelen böyle davranıyorlar. Aslında ne olursa olsun, gerçek ya da değil sosyal medya paylaşımlarını seviyorum eğlenceli oluyor. Çünkü, herkes mutlu, herkes çok güzel, herkes çok zengin vallahi içim ferahlıyor. Bana göre insanın kendini mutlu göstermesi değilde, mutlu hissetmesidir doğru olan. Mutluluk arayışında koşarken mutsuzluklarla karşılaşmak haliyle hepimiz üzer. Çünkü, mutlu olmanın ölçüsü yoktur az ya da çok, yakaladın mı sakın bırakma sorgusuz sualsiz mutlu anların keyfini çıkartarak yaşa.
Yani anı yaşa…
Anda kal…
“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?”
Bu sözleri pek çoğunuzun bildiğini düşünüyorum. Bu haftaki köşe yazıma taşıdım ve renk katsın istedim.
Anılarına saygıyla…
Nâzım Hikmet, Türk şair ve yazardır. Şiirleri elliden fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül almıştır. Türkiye'de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmıştır ve dünyada 20. yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilmektedir.
Abidin Dino Türk ressam, karikatürist, yazar ve film yönetmenidir. Çok yönlü bir kültür adamı olan Abidin Dino, çağdaş Türk resminin öncülerindendir.
Nazım Hikmet ve Abidin Dino sohbeti; işçi sınıfına dahil bu iki üstadın, iki dostun sohbetidir. O sohbet şöyle gerçekleşmektedir.
Tam da bahsettiğim o sözler;
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? İşin kolayına kaçmadan ama gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değilne de ak örtüde elmalarınne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini…
“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?”
1961 yazı ortalarındaki Küba’nın resmini yapabilir misin? Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm, ölsem gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstad?
Nazım’ın Dino’ya bu soruyu sorması zannedildiği üzere, ressamın sanatını ispatlama sorgulaması değil, bu soru, gurbet hasreti çeken iki sanatçı arasındaki sıkı dostluğun getirisi olan bir diyalogun ürünüdür.
Esasında Nazım’ın Dino’dan bir resim beklentisi yoktur. Belki o da biliyordu yakın arkadaşının ona vereceği cevabı. Abidin Dino, Nazım Hikmet’in “Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” sorusuna resimle değil de, Nazım gibi şiirle karşılık vermiştir. Çünkü Dino’da biliyordu,“Buna da ne tual yeterdi; ne boya…” mısrasından Nazım’ın sorusunun cevabının olmadığını…Mutluluğun resminin tuvallere sığmayacağını…
Abidin Dino mutluluğun resmini yapmadı. Çünkü o da biliyordu ki, tek bir kare ile somutlaştırılamazdı mutluluk denen kavramı. O mutluluğu sözcüklerle anlatma yolunu seçti. Yaşanmışlıklarının beraberindeki arzularının, hayallerinin içinde olduğu bir şiirle…
Ve işte o şiir;
MUTLULUĞUN RESMİ
Kokusu buram buram tüten
Limanda simit satan çocuklar
Martıların telaşı bambaşka
İşçiler gözler yolunu.
İnebilseydin o vapurdan
Ayağında Varna'nın tozu
Yüreğinde ince bir sızı.
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan
Hasretle kucaklayabilseydim
Seninle, bir daha.
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık seni Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Başında delikanlı şapkan,
Kolların sıvalı, kavgaya hazır
Bahriyeli adımlarla düşüp yola
Gidebilseydik meserret kahvesine,
İlk karşılaştığımız yere
Ve bir acı kahvemi içseydin.
Anlatsaydık
O günlerden, geçmişten, gelecekten,
Ne günler biterdi,
Ne geceler…
Dinerdi tüm acılar seninle
Bir düş olurdu ayrılığımız,
Anılarda kalan.
Ve dolaşsaydık Türkiye'yi
Bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş,
Sürgün şehirler cennet.
İşte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tual yeterdi;
Ne boya… /ABİDİN DİNO
…
Gelelim asıl mevzuya; Takıntılar mutluluğun en büyük düşmanıdır. Mutlu olmak haklı olmaktan çok hepimizin hakkı değilimdir? Hem de bir gün değil her gün… Kafaya takmak gerçekten insanı yoran ve bedene zarar veren bir düşüncedir. Her şeyi kafaya takan insanların ortak noktası düşüncelerinin her zaman olumsuz şekillenmesidir. Olumsuz düşünceler endişenin artmasına ve daha ciddi sorunlara yol açılmasına neden olur. Sorunlara, sorunla değil, çözümle yaklaşmak gerekir. Spor, sanat,kitap, meditasyon, yoga ve sosyal yaşamın içinde bulunarak insan ilişkilerini geliştirmek, en önemli olanı da kendi değerinin farkında olup, farkındalıklarını artırarak üretmek en etkili çözümlerdir. Aslında mutluluk bizim içimizde varolan en şahane duygudur. Onu yok etmeye çalışmakla hayatı kendimize zehir etmeye çalışıyoruz.
“Mutluluk içimde ben onu yedim”
Yeme…
Yaşa…
Kendini kandırma…
Mevlanın şu sözünü çok önemserim;
“Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler. söylemek lazım!"
Her sabah yeniden doğuyor, büyüyor, olgunlaşıyoruz. Hayat aksine sonu belli olmayan uzun bir yolculuk, yaşamlar kısa…
Baş edilemez durumda iseniz, bir uzmandan yardım almakta fayda vardır.
Her sabah yeni güne şükürle başlamak, günün keyfini çıkartmak için, arabesk tavırlarla kafama sıkar giderim demek yerine, “takma kafana tokadan başka” demek ödevimiz olsun. Hayat çok güzel ve çok eğlenceli, yaşamak çok keyifli. Buna rağmen yaşamı zorlaştıran yine bizleriz ve bizim negatif düşüncelerimiz.
Su akar, yatağını bulur atasözü yine kulağımızda küpe olsun.
Rahat ol ve kendini akışa bırak. Küçük sıkıntılar dert değil, mutluluk olmalı.
Sağlıkla ve mutlulukla mucizelerle dolu güzel günlere efendim.