DOLAR 32,1933 0.03%
EURO 35,0253 0.08%
ALTIN 2.501,90-0,33
BITCOIN 22832235,95%
Antalya
31°

AÇIK

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

ALİ TONGÜLÜS yazdı / HAYDİ YAPIN BUNLARI DA GÖRELİM..

ALİ TONGÜLÜS yazdı / HAYDİ YAPIN BUNLARI DA GÖRELİM..
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Hani hep, “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” deriz ya..

Bu laf değerinden hiçbir şey kaybetmiyor..

Yeni seçilen veya yeniden seçilen bütün CHP’li başkanlarda İCRAAT sıfır, ama “süslü sözlerle atmaya” devam ediyor..

Önce Muhittin Böcek’ten başlayalım..

Birkaç gün önce “Antalya kent içi toplu taşıma ücretleri”ne yüzde 33 daha zam yapıldı..

“Daha” diyorum,  çünkü bu zam son 2 yılda dördüncü kez yapılıyor..

2 yıl önce 4 lira 10 kuruş olan tam bilet ücreti 5 lira 20 kuruşa, 3 lira 65 kuruş olan emekli ve öğretmen bileti 4 lira 50 kuruşa, öğrenci bileti ise 2 lira 40 kuruştan 2 lira 65 kuruşa yükselmişti..

Şimdi ise tam bilet fiyatı 20 TL’ye, emekli ve öğretmenlerin taşıma ücreti 19 liraya, öğrenci 10 liraya yükseltildi..

Buna bir itirazım yok..

Akaryakıt ve yedek parça maliyetleri arttıkça, bu tür zamlar elbette olacak..

Amaaaaaaaa..

1- Piyasada yapılan zamları bahane edip hükümete veryansın ediyorsun..

2- Sanki Türkiye’de bütün emekliler 10 bin lira maaş alıyormuş gibi çıkıp, “bu emekli 10 bin lira nasıl geçinsin” diye algı operasyonu yapıyorsun..

3- “Biz belediye olarak emeklilerimizin yanındayız, öğrencilerimize söz verdik” diye süslü süslü konuşup taraftar topluyorsun..

Eyvallah, haydi şimdi seni görelim..

Antalya’ya yapılacak hizmetleri aksatmadan, belediyeyi de borca sokmadan..

Sadece belediyenin otobüslerinde değil, esnafının otobüslerinde de emeklilerin toplu ulaşım ücretini belediye olarak sen karşıla..

Öğrencilerden de hiç ücret alma..

Öyle göbekten atmak yok..

Gerçekten emekliyi ve öğrenciyi düşünen bir belediye başkanı isen..

Haydi yap bunları da görelim..

Gelelim Cem Kotan’a..

Dikkat ediyorum, bir kadınlarla bir çocuklarla, bir yaşlılarla buluşup boy boy fotoğraf çektiriyor ve basına servis ediyor..

Eğlenceler, oyunlar falan da cabası..

Özellikle Hayat Park cenahlarında sık sık boy gösteriyor, birkaç kişiyle el sıkışıp, “vatandaşla buluştu” gibi haberler yaptırıyor..

Daha da önemlisi, bu buluşmalarda “halkımızı düşünüyoruz, belediyeyi halkla beraber yöneteceğiz” gibi laflar da ediyor..

Yani; görenler “halkın başkanı” desin diye uğraşıyor..

Tek bir konuyu dile getirip Cem Kotan’a sormak istiyorum..

Madem vatandaş senin için değerli, madem sen vatandaşın hakkını koruma konusunda bu kadar heveslisin..

Öyleyse gel senden önceki başkan Semih Esen’in “vicdanım elvermiyor” diyerek yık(a)madığı FENİX YAPI’nın inşaatını sen yık..

Konyaaltı Liman bölgesinde yapılan, Mimarlar Odası’nın “kamu yararı yok, şehircilik ilkelerine aykırı” demesine rağmen, Fenix Yapı’ya ait bu inşaat vatandaşın hakkını da gaspediyor..

Üstelik..

Fenix Yapı’nın inşaatının bulunduğu yer 60 metrelik bir bataklık ve onun altı da deniz..

Allah korusun, bir deprem olsa o yoğurt kıvamındaki bataklık ayran olacaktır..

Yani, ne kadar kazık çakarlarsa çaksınlar, o bina insanlar açısından büyük bir risk..

Bu inşaatla ilgili yıkım kararları sende var..

Haydi, vatandaşın hakkını da sağlığını da düşünüyorsun yık bu inşaatı..

Yık da, gerçekten vatandaşı düşünen, belediyeyi vatandaşla yönetecek kertede bir Başkan mısın görelim..

CHP’li başkanları yazıyorum diye bana kızmayın..

“Süslü sözler”le vatandaşın gözünü boyayıp sanki hizmet üretiyor veya vatandaşı düşünüyormuş gibi yapmaları ağırıma gidiyor..

Buyrun, Antalya halkı adına Muhittin Böcek’ten de Cem Kotan’dan da “yapabilecekleri” bir şey istiyorum..

Haydi bunları yapsınlar da görelim..

Devamını Oku

ALİ TONGÜLÜS yazdı / CHP YUMUŞUYOR MU?

ALİ TONGÜLÜS yazdı / CHP YUMUŞUYOR MU?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Son söyleyeceğimi en başta söyleyip, yazıya öyle başlamak istiyorum..

Hani hep, “Atatürk’ün partisi olduğu için CHP’ye oy veriyorum” diyen bir kesim var ya..

Hah işte onlara açık-seçik şunu söyleyeyim;

CHP, İttihat Terakki’nin Türkiye Cumhuriyeti’nde “vücut bulmuş hali”nden başka bir şey değil..

Yine de “Atatürk’ün CHP’si” 10 Kasım 1938 yılında Atatürk’le birlikte öldü..

11 Kasım 1938 yılından itibaren CHP artık TÜSİAD’ın, dolayısıyla İngiltere-ABD ortaklığının Türkiye’deki “siyasi aracı” haline geldi..

Bunları bilmiyor ve göremiyorsanız, gördüğünüz yoldan gitmeye devam edin.

31 Mart yerel seçimlerinden sonra CHP’nin yeni Genel Başkanı Özgür Özel’in siyasi yaklaşım ve söylemleri, “n’oluyor yahu, bu Özgür Özel ne yapıyor” dedirtmeye başladı..

Kemal Kılıçdaroğlu ile “keskin ve ayrıştırıcı” politikalarla yürüyen CHP’deki bu keskinlik ve ayrışma yerini “yumuşama”ya bırakıyor artık..

Özgür Özel’in Cumhurbaşkanı ile görüşmeye gitmesi, Arap harflerine karşı CHP’li belediye başkanlarının tutumlarını yanlış görmesi ve bunu ifade etmesi gibi, CHP’den hiç beklenmeyecek hareketler şaşırtıyor ve birilerini de çok kızdırıyor..

Özellikle CHP yandaşı yayın organları, gazeteci ve yazarlar, adeta burunlarından soluyorlar..

Özgür Özel’i neredeyse bir kaşık suda boğacaklar..

Eğer CHP 31 Mart seçimlerinde bu kadar belediyeyi kazanmasaydı, bugün Özgür Özel’in Genel Başkanlık’tan ayrılması için yoğun bir propaganda yapılacağını çok iyi biliyorum..

Ama; 14 kez girdiği her seçimi kaybeden CHP ilk kez bir seçimden galip çıktı..

Bu nedenle, erketede bekleyen CHP’li yazar-çizer takımı ile birçok akademisyen ve oda başkanı sinmek zorunda kaldı..

Şimdi “yumuşama” üzerinden Özgür Özel’e saldırıp duruyorlar..

Aslında Özgür Özel’in bu “yumuşama” siyaseti beni de şaşırttı..

Daha doğrusu, benimkisi şaşırmaktan çok “şüphecilik”..

Yıllarca, “CHP muhalefet yapamıyor” diye eleştirip, işte bugünkü gibi bir “muhalif parti” olması için yazılar yazdım..

CHP’yi yönetenlerin yaptıkları siyaset yüzünden milletin CHP’ye güven duymadığını söyledim..

Milletin bu “güven” eksikliği yüzünden CHP’nin en iyi zamanlarında yüzde 28, en kötü zamanlarında da yüzde 23 oy alan bir partiden öteye geçemediğini anlattım..

“Keskin ve ayrıştırıcı siyaset”in en çok CHP’ye zarar verdiğini örnekleriyle gösterdim..

Hiç değişmediler, hiç gelişmediler..

Şimdi Özgür Özel’in birdenbire gösterdiği 180 derecelik dönüş, beni şüphelendirdi..

CHP’yi elinde tutan TÜSİAD ve İngiltere-ABD ortaklığı, yeni Genel Başkan’la “yeni taktikler” uygulayarak “amaçlarına” ulaşmaya çalışıyor olamaz mı?

“Keskin ve ayrıştırıcı taktiklerle bu ülke insanını birbirine kırdırmaya çalıştık, ama başaramadık, bu defa halkın büyük kesiminin kabul edeceği bir siyaset uygulayarak iktidar olabiliriz” diyerek, Özgür Özel’i görevlendirmiş olamazlar mı?

Açık ve net söyleyeyim..

CHP’deki bu yumuşama hoşuma gitti, çünkü olması gereken iktidar-muhalefet ilişkileri böyle yürümelidir..

Seçimlere kadar her parti kendi siyasetini götürmeli, ama seçimlerden sonra hangisi iktidar olursa olsun, muhalefette kalan “iktidara” projeleriyle destek olmalı, yanlışını gösterip işin doğrusunu önermeli, takdiri de millete bırakmalıdır..

Bana göre Türkiye’nin özlemi, böyle bir iktidar-muhalefet ilişkisidir..

Ama..

CHP’nin böyle bir siyaset yürüteceğinden kuşkuluyum..

Çünkü, 11 Kasım 1938’den bu yana CHP’nin yürüttüğü siyaset ortada..

Eskilerin bir sözü vardır; “40 yıllık KANİ olur mu YANİ?”

Olur mu gerçekten?

Hele biraz bekleyelim, artık hiçbir şey uzun süre gizli kalmıyor..

Devamını Oku

ALİ TONGÜLÜS yazdı / NASIL, HALİNİZDEN MEMNUN MUSUNUZ?

ALİ TONGÜLÜS yazdı / NASIL, HALİNİZDEN MEMNUN MUSUNUZ?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Uzunca bir süredir yazmadım..

Bazen geri çekilip olanı-biteni izlemek gerekiyor..

Nasıl, halinizden memnun musunuz?

Seçimlerden bu yana iş başına getirdiğiniz CHP’li başkanlar iyi çalışıyor mu?

Daha doğrusu şöyle sorayım;

Yeni seçilen ve yeniden seçilen başkanların seçimden bu yana “ıvır-zıvır işler” dışında yaptığı bir hizmeti göreniniz-duyanınız var mı?

Tiyatrolar, bebekler ve anneler, eğlenceler, sporlar, konserler, güreşler ve ve ve rutin bir şekilde yapılan festivaller..

Sanırım farkındasınız, seçim öncesi yapılan o asfaltlama ve çöp toplama faaliyetleri bile birdenbire kesiliverdi..

Bazı CHP’li belediyelerde seçim sonrası “moda” haline geldi..

Adeta, “bizden hizmet beklemeyin” dercesine belediyeyi çok büyük borçlarla devraldıklarını ilan ediyorlar..

Yeni seçilenler bunu yapıyor da, yeniden seçilenlerin yaptığı “borç edebiyatı” biraz garip geliyor bana..

Borçsuz belediye devralıp “borçlu” hale getiriyor, bir de sıkılmadan, “bu sorunu Ankara çözsün” falan diyor..

Neymiş; “kamulaştırmasız el atmalar” borç yükü doğurmuş..

İki dönemdir Başkan olan birinin “şikayetçi değil çözümcü olması” gerekirken, böyle bir mazeret üretmesi size normal geliyor mu?

O zaman şunu sormak şart oldu;

Partili bankamatik memurlarının dışında, 4 kişinin yaptığı işi 100 kişi ve bir dünya araç ile yaparak milyonlarca lira fazladan yapılan ödemeler ve sık sık düzenlenen eğlenceler belediyeyi borçlu hale getiren nedenlerden bir-iki tanesi olabilir mi?

Yeni seçilen bir başka CHP’li başkan da yine “borç” yükünü öne sürüp çalışanına maaş ödemiyor..

Evet, eski başkan da ödemiyordu ama en azından çıkıp, “ben de maaş almayacağım, böylece eşit durumdayız” şeklinde popülizm yapmıyordu..

Bu tür bahaneler yüzünden “hizmet”i arka plana attılar..

Sadece vatandaşı oyalayacak, gözlerini boyayacak eğlenceler-etkinliklerle ve de süslü sözlerle kendilerini “mağdur” gösterecek siyasi açıklamalar yaparak günlerini gün ediyorlar..

Hayat o kadar hızlı akıp gidiyor ki..

Hayatın bu dinamizmine özellikle “hizmete talip olup görev alan” herkesin ayak uydurması gerekiyor..

Antalya bu dinamizmi en yoğun yaşayan kentlerin başında geliyor..

Başkanlarımızdan bu kente bir şeyler katmasını bekliyorum..

Ya siz?

Devamını Oku

ALİ TONGÜLÜS yazdı / NE ÇOK ‘ÖZEL GÜN’ÜMÜZ VARMIŞ..

ALİ TONGÜLÜS yazdı / NE ÇOK ‘ÖZEL GÜN’ÜMÜZ VARMIŞ..
0

BEĞENDİM

ABONE OL

10 Ocak: Çalışan Gazeteciler Günü

3 Mayıs: Dünya Basın Özgürlüğü Günü

24 Temmuz: Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü

21 Ekim: Bağımsız Gazetecilik Günü

2 Kasım: Gazetecilere Karşı İşlenen Suçlarda Cezasızlıkla Mücadele Uluslararası Günü

Gazetecilerle ilgili yılda 5 kez kutlanan “özel gün” var..

Başka bir meslekte bunu göremezsiniz..

Bugün 3 Mayıs’ı kutluyoruz, teması da “özgürlük”..

Kutladık da ne yaptık, özgürleştik mi?

“Basınsız bir dünya düşünülemez” sloganları ile birçok siyasetçi mesaj yayınladı..

Mesaj yayınlarken de, “ideolojilerine göre” ifadeler kullanıp gazetecilere ve seçmenlerine şirin görünmeye çalıştılar, o kadar..

Şunu merak etmiyor musunuz?

Bir taraf ısrarla, “Türkiye’de basın özgür değil” diye feryat ederken “gazetecilerin manzarasına” hiç bakan oluyor mu aranızda?

Mesela; hangi siyasi görüş ve ideoloji sahibi olursa olsun, herhangi bir gazetecinin “özgürce haber yapamadığına, yazı yazamadığına veya TV’lerde özgürce fikir beyan edemediğine” şahit oldunuz mu hiç?

Hemen “ya hapisteki gazetecilere ne demeli” diyeceksiniz..

O hapistekilerin hiçbirinin “gazetecilik” ile uzaktan-yakından bir ilgisi yok..

Onlar, “gazetecilik” maskesi takıp ülkemiz ve milletimiz için teröristlerle işbirliği yapan kişiler..

Onun için, sapla samanı karıştırmayın..

Sapla samanı karıştırmanızı isteyenlere de dikkat edin..

Batı medyasının, özellikle de ABD medyasının (Avropol ve Pentagon’un zoruyla da olsa) işte bu yanını takdir ediyorum..

Konu “ulusal çıkar” ve “ülkesine karşı herhangi bir tehdit” söz konusu olduğunda, kenetleniveriyorlar..

Siyasi ve ekonomik çekişmeleri, iktidarlara karşı yürütülen muhalefeti bir kenara bırakıveriyorlar..

Eskiden biz de yapardık bunu..

Kendi içimizde birbirimizi bugünkünden daha beter yerdik..

Ama..

Dışarıdan bir tehdit geldi mi, iktidarıyla-muhalefetiyle-basınıyla-işadamıyla “tek yumruk” olurduk..

Bugün ise..

Ülkemize düşman olanları “dışarıda” aramaya gerek kalmıyor..

Ne zaman hava puslansa, hemen dişlerini ve tırnaklarını çıkarıyorlar..

Bir de utanmadan, “Türkiye’de basın özgürlüğü kalmadı” diye “yabancılara” şikayet ediyorlar..

Bakın; gazetecilik tahsil etmiş, yarım asırdan fazladır gazetecilik yapan ve dünyadaki gazeteciliği iyi bilen biri olarak söylüyorum..

Türkiye, “gazeteciliğin en özgür yapıldığı ülke”dir..

ABD’de Pentagon, Avrupa’da da Avropol gibi “gazetecilerin tepesine binecek” bir kurum yok ülkemizde..

Teröre yataklık etmeyi, yalan ve iftiralarla milleti kandırmayı, ekmeğini yediği ülkesini aşağılamayı, fütursuzca ettikleri hakaret ve tehditleri “özgürlük” gibi göstermeye çalışanlar var sadece..

Önce bunu iyi bir anlayın artık..

Ve her söylenene de hemen inanmayın..

Devamını Oku

ALİ TONGÜLÜS yazdı / HANİ BENİM ÇIRAĞIM NERDE?

ALİ TONGÜLÜS yazdı / HANİ BENİM ÇIRAĞIM NERDE?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Sanayici Mustafa Usta diyor ki;

“Çırak bulamıyoruz, gelen çıraklar da birkaç gün çalışıp mesleği öğrenmeden çekip gidiyor.. Hiçbir şey eskisi gibi değil artık, çekirdekten yetiştirme diye bir şey kalmadı.. Usta olabilmek için önce çıraklık sonra kalfalık yapacaklar, ama bunun için sanayide çalışmaları şart..”

Motorcu İsmail Usta diyor ki;

“Bu sene meslek lisesinden 4 defa çırak aldım, ama çocuklar çalışmıyor, devamsızlıkları çok oluyor.. Eskiden bir kültür vardı, çıraklar alt yapıdan yetişiyordu. Şu anda artık çırak olayı da kalmadı. Gelen çocuklar çalışmıyor. Çırak yok ki usta yetişsin..”

Yetkili servis yöneticisi Ahmet Usta diyor ki:

“Meslek liselerine gereken önemin verilmiyor, eğitim seviyesi biraz düşük.. Bir de yeni nesil gençler ne yazık ki kolay para kazanma peşinde..  Yani kimse buradaki soğuğu-sıcağı çekerek çalışmak istemiyor.. Bunu aileler de istemiyor. .”

60 yıllık köfteci Fahrettin Usta diyor ki;

“Sadece sanayide, yiyecek-içecek sektöründe değil, marangoz, terzi, su, elektrik ve elektronik  tamircisi, berber gibi daha birçok meslekte çırak yetişmiyor maalesef.. Şimdiki gençlerin önceliği işi öğrenmek yerine para kazanmak.. Daha kapıdan girerken ‘Usta kaç para vereceksin?’ diyor. Ben bu adama ne diyebilirim ki..”

İşte ülkemizin “derin yara”larından biri bu..

Aileleri, “çocuklarınızı okutun” diye zorladık, onlar da çocuklarını okutabilmek için “para para para” demeye başladı..

Ve çocuklarının üzerine öyle titrediler ki; “aman çalışmasın, okusun yeter” diyerek,  çok daha iyi para kazanabilecekleri yollara izin vermediler..

Bugün “üniversiteli işsiz” diye tanımlanan gençler iş beğenmeyip çalışmazken, “çırak” olarak başlayıp ustalığa kadar gelenler uçuk maaşlar alıyor..

Düşünün, bir inşaat işçisinin GÜNLÜK ücreti 3 bin lira..

Kalfaların bile ücreti bugün AYLIK 60-70 bin liradan aşağı değil..

Haydi şimdi karar verin;

Çocuğa üniversite bitirsin diye dünyanın parasını harcamak mı, yoksa çırak olarak başlatıp hem meslek öğrenmesini hem de para kazanmasını sağlamak mı?

Çocuklarını çalışmadan, para kazanmadan harcamasını öğreten aileler, bundan sonra onların evlendiklerinde bile yükünü çekmek zorunda kalacaklar, bilesiniz..

Bu konuda sadece aileleri suçlamak yetmez..

Devletin “eğitim politikası”nın suçu da çok fazla..

Yukarıda ustaları okudunuz;  yüzlerce yıllık gelenek ve göreneklerimiz yok oluyor..

“Mesleki eğitim” de yerlerde sürünüyor..

Çünkü okullarda ne doğru düzgün meslek öğretebiliyoruz ne de çırak, kalfa, usta olmaya karar verenleri, bu konuda yeterince destekliyoruz..

Diploma sahibi olmak “nitelikli olmak”tan daha önemli hale gelince, ortaya işte böyle bir kaos çıkıyor..

Olayın bir başka boyutu daha var..

Meslek liseleri ile çırak-kalfa yetiştiren “mesleki okullar”dan mezun olanların yüzde 90’ı ne yazık ki, “zahmetsiz para” kazanabilecekleri işlere yöneliyor..

Böyle olunca da;

Hem çırak-kalfa ihtiyacı her geçen gün büyüyor, hem de “işsizler ordusu”na yenileri ekleniyor..

Bu sorunu devlet tek başına çözemez..

Devlet; meslek liseleri ile mesleki okullarda eğitim gören gençlere, eğitim gördükleri alanda en az 5 yıl çalışma şartı getirmeli..

Ayrıca, mesleki kursları da cazip hale getirmeli..

Aileler ise; çocuklarına “sonsuz destek” vermekten vazgeçmeli, meslek liseleri ile mesleki okullara da yönlendirmeli..

Böyle olursa çırak, kalfa, usta sorunlarının çözümü için önemli bir adım atılmış olur..

Yoksa, sorun giderek büyür büyür büyür ve içinden çıkılmaz bir hale gelir..

Benden söylemesi..

Devamını Oku